10 Mayıs 2011 Salı
Sümela manastırı
SÜMELA MANASTIRI
Trabzon'un Maçka ilçesinin güneyinde Karadağın bir tepesinin yamacına yapılmış olan bu manastıra halk tarafından Meryemana manastırı söylenir. Meryem(panaghia) adına kurulan bu manastırın, gerekçe "SUMELA" adının esasını, kara-siyah karanlık anlamına gelen Melas kelimesinden aldığı söylenir. Semavi Eyice'ye göre;"evvelce burada saygı gören siyah Meryem tasvirinden Sumela adını aldığı ve bu dağın adıda manastırdan dolayı Oros Mela-karadağ olduğu"kabul edilir.
Sumela Manastırının kuruluşu efsaneye göre: iki Atina'lı Barbabas ile yeğeni Sophronios rüyalarında Hz.Meryem'i görmüşler, rüyada Meryem onlara bir manastır yaptırmalarını ve yerini, nasıl gideceklerini tarif etmiştir.
Bunlar St.Luka!nın yaptığı rivayet olunan tabloyu da beraberlerinde alarak yola çıkıyorlar, deniz yoluyla Trabzon'a gelip, karadağın sarp yamacında kiliseyi kurmak için karar kılıyorlar ve Theodosios devrinde (375-395)ilk kaya kilisesini kurarlar. Bu tarih, tesisn kesin kuruluş tarihi değilse de bahsedilen tarihler arasında yapıldığı sanılıyor. Bazı araştırmacılara görede burası M.S.385 yılında bazılarına göre ise 472 yılında yapıldığı belirtilmektedir.
Bu tarihler ve efsaneler bir tarafa bırakılacak olursa, manastırın tarihini Trabzon komnenosları devrinden sonra incelemek mümkündür. Trabzon komnenoslarından III.Alexios burasını yeni bir tesis halinde 1360 yılında inşa ettirerek 17 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunluğunda, 14 metre ğenişliğinde 72 odalı bir tesis yaptırmıştır. Trabzon kralları bu manastıra vermiş oldukları hediye ve haklarla, halkın desteğini sağlamışlardır.
Trabzon, Türkler tarafından alındıktan sonra, Osmanlı sultanlarıbu manastırın haklarına dokunmamışlardır. Manastıra Yavuz I.Selim (1512-1520) iki şamdan armağan etmiştir. Ayrıca Trabzon fatihi II.Mehmed'in de manastırın haklarını tanıdığını bildiren bir fermanı muhafaza ediliyordu.Yine Sultan I.Beyazıt, I.Selim, II.Selim, III.Murat, İbrahim, IV.Mehmet, II.Süleyman, Mustafa ve III.Ahmet tarafından verilmiş fermanların bulunduğu bildirilmektedir.
1962 yılında merdivenleri ile kapısı tamir ettirilerek turistlerin ziyaretine elverişli bir duruma getirilmiş olan görkemli yapı görenlerin hayranlığını uyandırmaktadır.1972 yılında ise örenyeri olarak ziyarete açılan yapı'ya orman içersinden 25-30 dakikalık bir patıka yolla ulaşılabilindiği gibi manastırın 200 metrelik yakınına küçük vasıtalarla da ulaşılabilir.
Trabzon'un Maçka ilçesinin güneyinde Karadağın bir tepesinin yamacına yapılmış olan bu manastıra halk tarafından Meryemana manastırı söylenir. Meryem(panaghia) adına kurulan bu manastırın, gerekçe "SUMELA" adının esasını, kara-siyah karanlık anlamına gelen Melas kelimesinden aldığı söylenir. Semavi Eyice'ye göre;"evvelce burada saygı gören siyah Meryem tasvirinden Sumela adını aldığı ve bu dağın adıda manastırdan dolayı Oros Mela-karadağ olduğu"kabul edilir.
Sumela Manastırının kuruluşu efsaneye göre: iki Atina'lı Barbabas ile yeğeni Sophronios rüyalarında Hz.Meryem'i görmüşler, rüyada Meryem onlara bir manastır yaptırmalarını ve yerini, nasıl gideceklerini tarif etmiştir.
Bunlar St.Luka!nın yaptığı rivayet olunan tabloyu da beraberlerinde alarak yola çıkıyorlar, deniz yoluyla Trabzon'a gelip, karadağın sarp yamacında kiliseyi kurmak için karar kılıyorlar ve Theodosios devrinde (375-395)ilk kaya kilisesini kurarlar. Bu tarih, tesisn kesin kuruluş tarihi değilse de bahsedilen tarihler arasında yapıldığı sanılıyor. Bazı araştırmacılara görede burası M.S.385 yılında bazılarına göre ise 472 yılında yapıldığı belirtilmektedir.
Bu tarihler ve efsaneler bir tarafa bırakılacak olursa, manastırın tarihini Trabzon komnenosları devrinden sonra incelemek mümkündür. Trabzon komnenoslarından III.Alexios burasını yeni bir tesis halinde 1360 yılında inşa ettirerek 17 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunluğunda, 14 metre ğenişliğinde 72 odalı bir tesis yaptırmıştır. Trabzon kralları bu manastıra vermiş oldukları hediye ve haklarla, halkın desteğini sağlamışlardır.
Trabzon, Türkler tarafından alındıktan sonra, Osmanlı sultanlarıbu manastırın haklarına dokunmamışlardır. Manastıra Yavuz I.Selim (1512-1520) iki şamdan armağan etmiştir. Ayrıca Trabzon fatihi II.Mehmed'in de manastırın haklarını tanıdığını bildiren bir fermanı muhafaza ediliyordu.Yine Sultan I.Beyazıt, I.Selim, II.Selim, III.Murat, İbrahim, IV.Mehmet, II.Süleyman, Mustafa ve III.Ahmet tarafından verilmiş fermanların bulunduğu bildirilmektedir.
1962 yılında merdivenleri ile kapısı tamir ettirilerek turistlerin ziyaretine elverişli bir duruma getirilmiş olan görkemli yapı görenlerin hayranlığını uyandırmaktadır.1972 yılında ise örenyeri olarak ziyarete açılan yapı'ya orman içersinden 25-30 dakikalık bir patıka yolla ulaşılabilindiği gibi manastırın 200 metrelik yakınına küçük vasıtalarla da ulaşılabilir.
Trabzon Kalesi
Büyük bir bölümü ayakta kalan surlar şehrin eski yapılarını oluştururlar. Bugünkü surların en eski bölümü Roma devrine MS 5. yüzyıla tarihlenmektedir. Surların daha eski safhaları hakkında tarihi kaynaklar bilgi verirler. MÖ. 5. yüzyılda şehri gören Kesenefon surların varlığından söz etmektedir. Trabzon surları Yukarı Hisar, İçkale, Orta Hisar ve Aşağı Hisar olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır.
Göreme Milli Parkı
Hasan Dağı-Erciyes Dağı volkanik bölgesinde yer alan Göreme Milli Parkı, platolar, ovalar, küçük dağ bitkileri, yüksek tepeler, alüvyonla dolmuş dere ve ırmak vadileri, drenaj havzaları ve erozyonlu dik yamaçlı vadilerle birbirinden ayrılan yüksek düzlüklerden oluşmuş. Erciyes ve Hasan Dağının büyük volkanik konileri, kuzeyden Kızılırmak vadisinin bir kısmı, bazıları bazaltla kaplı aşınmış tüf yatakları araziye bilinen peri bacaları formunu kazandırmış.
Alan volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici manzara yapısı içerisinde Bizans Kilise mimarisi ve dinsel sanat tarihinden önemli bir dönemin izlerini taşıyor. Ana ulaşım yollarına uzaklığı ve engebeli bir alan olması gizlenmek isteyen veya dini inzivaya çekilenler için uygun korunma yeri olmuş.
Alan volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici manzara yapısı içerisinde Bizans Kilise mimarisi ve dinsel sanat tarihinden önemli bir dönemin izlerini taşıyor. Ana ulaşım yollarına uzaklığı ve engebeli bir alan olması gizlenmek isteyen veya dini inzivaya çekilenler için uygun korunma yeri olmuş.
TOPKAPI SARAYI
Dünyada günümüze gelebilmis saraylarin en eskisi ve genisi Topkapi Sarayidir. Istanbul''un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafindan 1460 - 1478 yillari arasinda yaptirilan ve zamanla yeni eklemelerle genisletilen Topkapi Sarayi, yaklasik 380 yil imparatorlugun yönetim merkezi ve padisahlarin evi olarak kullanilmistir.
Osmanli Türk Imparatorlugu Türklerin tarihte kurdugu 16 bagimsiz devletten en uzun ömürlü ve en genis topraklara sahip olanidir. 622 yil süren bu dev imparatorluk Akdeniz’i ve Karadeniz’i çevreleyen Asya, Avrupa ve Afrika kitalarinda yüzyillarca hüküm sürmüstür. Degisik irk ve degisik dinlerden pek çok ulusu idaresinde birlestirmistir. Tarihte böylesine genis topraklara bu kadar uzun süre hükmeden digeri de Roma Imparatorlugudur. Osmanli Türk Imparatorlugunda 36 Sultan hüküm sürmüs ve 16. yy. baslarindan itibaren, halifelik ünvani ile de, Islam dünyasinin dinsel hükümranligini üstlenmistir. Osmanlilar, imparatorlugun tarihi boyunca önemli yapi eserlerine de imza atmistir. Topkapi Sarayi da bunlarin en önemlilerindendir.
Dolmabahçe Sarayi''nin yapilmasindan sonra terk edilen Topkapi Sarayi, önemini her zaman korumustur. Sultan I. Abdülmecit ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde özel izinle Saray’in bazi bölümlerin ziyarete açildigi bilinir.
Dünyada günümüze gelebilmis saraylarin en eskisi ve genisi Topkapi Sarayidir. Atatürk’ün emri ile 1924 yilindan beri müze olarak kullanilmaktadir. Konumu Halic’i , Bogaziçi’ni ve Marmara denizi gören, çok gözel manzarali, Istanbul’un ilk kurulus yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi Istanbul üçgen yarimadasinin en uç noktasinda, 5 km.yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir kompekstir.
Istanbul’un fethini 1453’te gerçeklestiren genç Fatih Sultan Mehmet, Imparatorluk tahtini bu sehre tasimisti. Kurdugu ilk saray sehrin ortasinda bulunmaktaydi. 1470’lerde yaptirdigi ikinci saraya, önceleri yeni saray, yakin tarihlerden beri de Topkapi Sarayi denilmektedir.
Osmanli Türk Imparatorlugu Türklerin tarihte kurdugu 16 bagimsiz devletten en uzun ömürlü ve en genis topraklara sahip olanidir. 622 yil süren bu dev imparatorluk Akdeniz’i ve Karadeniz’i çevreleyen Asya, Avrupa ve Afrika kitalarinda yüzyillarca hüküm sürmüstür. Degisik irk ve degisik dinlerden pek çok ulusu idaresinde birlestirmistir. Tarihte böylesine genis topraklara bu kadar uzun süre hükmeden digeri de Roma Imparatorlugudur. Osmanli Türk Imparatorlugunda 36 Sultan hüküm sürmüs ve 16. yy. baslarindan itibaren, halifelik ünvani ile de, Islam dünyasinin dinsel hükümranligini üstlenmistir. Osmanlilar, imparatorlugun tarihi boyunca önemli yapi eserlerine de imza atmistir. Topkapi Sarayi da bunlarin en önemlilerindendir.
Dolmabahçe Sarayi''nin yapilmasindan sonra terk edilen Topkapi Sarayi, önemini her zaman korumustur. Sultan I. Abdülmecit ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde özel izinle Saray’in bazi bölümlerin ziyarete açildigi bilinir.
Dünyada günümüze gelebilmis saraylarin en eskisi ve genisi Topkapi Sarayidir. Atatürk’ün emri ile 1924 yilindan beri müze olarak kullanilmaktadir. Konumu Halic’i , Bogaziçi’ni ve Marmara denizi gören, çok gözel manzarali, Istanbul’un ilk kurulus yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi Istanbul üçgen yarimadasinin en uç noktasinda, 5 km.yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir kompekstir.
Istanbul’un fethini 1453’te gerçeklestiren genç Fatih Sultan Mehmet, Imparatorluk tahtini bu sehre tasimisti. Kurdugu ilk saray sehrin ortasinda bulunmaktaydi. 1470’lerde yaptirdigi ikinci saraya, önceleri yeni saray, yakin tarihlerden beri de Topkapi Sarayi denilmektedir.
DOLMABAHÇE SARAYI (MÜZESI)
DOLMABAHÇE SARAYI (MÜZESI) : 17. yüzyila kadar Bogaziçi’nin koylarindan biri olan bu yörenin; Altin Post'u aramaya çikan Argonotlarin efsanevi gemisi Argos’un demirledigi, Fatih Sultan Mehmed’in Istanbul’u fethi sirasinda Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çikardigi yer oldugu ileri sürülür.
Osmanlilar Döneminde kaptan pasalarin donanmayi demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapilageldigi dogal bir liman görünümünde olan bu koy; 17. yüzyildan baslayarak dönem dönem doldurulmus ve Dolmabahçe adiyla padisahlarin Bogaziçi’ndeki has bahçelerinden biri konumuna getirilmistir.
Tarihsel süreç içinde çesitli padisahlar tarafindan yaptirilan kösk ve kasirlarla donatilan Dolmabahçe; zamanla "Besiktas Sahil Sarayi" adiyla anilan bir saray görünümü kazanmistir.
Besiktas Sahil Sarayi, Sultan Abdülmecid Döneminde (1839-1861) ahsap ve kullanissiz oldugu gerekçesiyle 1843 yilindan baslayarak yiktirilmis ve ayni yerde günümüze dek gelen Dolmabahçe Sarayi’nin temelleri atilmistir.
Yapimi, çevre duvarlariyla birlikte 1856 yilinda bitirilen Dolmabahçe Sarayi 110.000 m2’yi asan bir alan üstüne kurulmus ve ana yapisi disinda onalti ayri bölümden olusmustur. Bunlar saray ahirlarindan degirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kusluklara, camhane, dökümhane, tatlihane gibi isliklere uzanan bir dizi içinde, çesitli amaçlara ayrilmis yapilardir. Bu yapilar arasina Sultan II. Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köskleri eklenmistir.
Dönemin önde gelen Osmanli mimarlari Karabet ve Nikogos Balyan tarafindan yapilan sarayin ana yapisi; Mabeyn-i Hümâyûn (Selâmlik), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarini tasiyan üç bölümden olusur. Mabeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim isleri, Harem-i Hümâyûn; Padisah ve ailesinin özel yasami, bu iki bölümün arasinda yer alan Muayede Salonu’ysa; Padisah’in devlet ileri gelenleriyle bayramlasmasi ve kimi önemli devlet törenleri için ayrilmistir
Osmanlilar Döneminde kaptan pasalarin donanmayi demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapilageldigi dogal bir liman görünümünde olan bu koy; 17. yüzyildan baslayarak dönem dönem doldurulmus ve Dolmabahçe adiyla padisahlarin Bogaziçi’ndeki has bahçelerinden biri konumuna getirilmistir.
Tarihsel süreç içinde çesitli padisahlar tarafindan yaptirilan kösk ve kasirlarla donatilan Dolmabahçe; zamanla "Besiktas Sahil Sarayi" adiyla anilan bir saray görünümü kazanmistir.
Besiktas Sahil Sarayi, Sultan Abdülmecid Döneminde (1839-1861) ahsap ve kullanissiz oldugu gerekçesiyle 1843 yilindan baslayarak yiktirilmis ve ayni yerde günümüze dek gelen Dolmabahçe Sarayi’nin temelleri atilmistir.
Yapimi, çevre duvarlariyla birlikte 1856 yilinda bitirilen Dolmabahçe Sarayi 110.000 m2’yi asan bir alan üstüne kurulmus ve ana yapisi disinda onalti ayri bölümden olusmustur. Bunlar saray ahirlarindan degirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kusluklara, camhane, dökümhane, tatlihane gibi isliklere uzanan bir dizi içinde, çesitli amaçlara ayrilmis yapilardir. Bu yapilar arasina Sultan II. Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köskleri eklenmistir.
Dönemin önde gelen Osmanli mimarlari Karabet ve Nikogos Balyan tarafindan yapilan sarayin ana yapisi; Mabeyn-i Hümâyûn (Selâmlik), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarini tasiyan üç bölümden olusur. Mabeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim isleri, Harem-i Hümâyûn; Padisah ve ailesinin özel yasami, bu iki bölümün arasinda yer alan Muayede Salonu’ysa; Padisah’in devlet ileri gelenleriyle bayramlasmasi ve kimi önemli devlet törenleri için ayrilmistir
GALATA KULESI
Fetih`e kadar iki yüz yili askin bir süre boyunca hemen hemen bagimsiz bir Ceneviz sömürge kenti olan Galata`nin birkaç kez büyütülen kentsel savunma sistemindeki yirmi dört kuleden ayakta kalabilen tek ve en anitsal olani bu kuledir. 1350`de II.Murad‘in destek ve yardimi ile yapimi tamamlanabilen Kule Osmanli döneminde birkaç kez biçim degistirmistir. Günümüzde ise 1830`larda aldigi biçimle korunulmaya çalisilmaktadir.
1960`li yillarin ortasinda yaptirilan çok kapsamli bir restorasyonla Kule çagdaslastirilmistir. 2000`li yillara girilirken Kule`nin bir kez daha yenilenmistir.
1960`li yillarin ortasinda yaptirilan çok kapsamli bir restorasyonla Kule çagdaslastirilmistir. 2000`li yillara girilirken Kule`nin bir kez daha yenilenmistir.
Cennet-Cehennem Obruğu
Cennet Obruğu, 90 m. derinliğinde bir çukur. Üçüncü jeolojik zamanın Miosen çağında bir yeraltı deresinin kalker tabakası içerisinde yaptığı erozyon sonucunda, tavanın göçmesi nedeniyle meydana gelmiş. Denizden yüksekliği 135 m. olan bu çöküntü içine, Romalılar devrinden kalma antik bir merdivenle iniliyor. İçinin yemyeşil oluşu ve dibinde akarsuyun bulunuşu nedeniyle cennet deniliyor. Cennet göçüğünün içine çok tanrılı dönem tapınma mağarasının tam ağzında, başarı simgesi olarak bir kilise yapılmış. Kilisenin giriş kapısı üzerindeki dört satırlık yazıttan bu kilisenin Paulus adında iyiliksever bir dindar tarafından Meryem Ana'ya adak olarak yaptırılmış olduğu anlaşılıyor.
Cehennem Obruğu
Tıpkı Cennet Obruğu gibi Miosen devrine ait kalkerler içinde alttan bir yeraltı deresinin yaptığı erozyonla tavanın göçmesi sonucu oluşmuş. 50x75 m. boyutlarında ve elips biçiminde. Cennet Obruğu’na nazaran daha dar ve dik. Tavanın göçmesi sonucu obruğun dibine yığılan molozlar, batıdan doğuya doğru yaklaşık 30 derecelik bir eğimle alçalıyor.
Cehennem Obruğu
Tıpkı Cennet Obruğu gibi Miosen devrine ait kalkerler içinde alttan bir yeraltı deresinin yaptığı erozyonla tavanın göçmesi sonucu oluşmuş. 50x75 m. boyutlarında ve elips biçiminde. Cennet Obruğu’na nazaran daha dar ve dik. Tavanın göçmesi sonucu obruğun dibine yığılan molozlar, batıdan doğuya doğru yaklaşık 30 derecelik bir eğimle alçalıyor.
GELİBOLU YARIMADASI TARİHİ MİLLİ PARKI
I.Dünya Savaşında, Gelibolu Yarımadasında hayatını kaybeden 500.000 askerin anısına, bu yarımada günümüzde Milli Park haline getirilerek, şehitlikler, anıtlar, Arıburnu'nun doğal güzelliği korunmak istenmiştir. Park etrafında arabayla dolaştığında bozulmamış kıyı ormanlarının, yeşil tepelerin, altın rengi kumsalların ve masmavi denizin huzur verdiği atmosferin, vatanlarını korumak için cesurca savaşıp şehit düşen Türk Askerleri için mükemmel bir dinlenme yeri sağladığı açıkça görülür.
18 Mart 1915'de İttifak Devletleri'nin Çanakkale sularına girişi engellenmiş ve gemilerinden bir çoğu, Nusret Gemisinin sulara döşediği mayınlardan dolayı batmıştır. İttifak Devletleri bu gerçeği gördüklerinde karadan harekatta bulunmayı denediler. Morto Koyu'nda Fransız ve İngilizler, Anzak Koyu'nda Avustralya, Yeni Zelanda ile Hint Birlikleri, Kemikli Burnu'ndan Kanada Birlikleri harekatta bulunmuşlardır. Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Ordusu tüm cephelerde savaşı kazanmış ve 9 Ocak 1916 tarihinde İttifak Devletleri Gelibolu Yarımadası'ndan tamamen çıkartılmıştır.
Ziyaretçiler, buranın özel ruhunu, Türk Ulusunun kalbini ve bu toprak parçasından gelen uyarıyı hissederler. Ağaç tepelerindeki rüzgar ve sonsuz denizin dalgaları bu savaşın kahramanlarına adeta şarkılar söylemektedir.
Parkta yapacağınız herhangi bir tura Eceabat'tan başlamalısınız.Güneye giderseniz sırasıyla Kilitbahir, Alçıtepe, Morto Koyu'na ve buranın batısındaki bir tepenin üzerinde 42 m yüksekliğindeki Çanakkale Şehitler Abidesine ve burada şehit düşen Türk Askerleri onuruna yapılmış bir müzeye varabilirsiniz.
Çanakkale Şehitleri Abidesi, Boğaza girilince hemen görülebilir. Türk Şehitlikleri, Fransız ve İngiliz şehitlikleri ve Seddülbahir Kalesi ile birlikte burada yer almaktadır. Kuzeye, Alçıtepe'ye geri döndüğünüzde Kabatepe'ye doğru yarımadanın kuzeybatı turunu yapmış olursunuz. Kabatepe'nin merkezinde Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar muharebeleriyle ilgili bilgi alabilirsiniz. Kanlısırt, Conkbayırı ve Kemalyeri tepelerine doğru devam ederseniz Türk, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin şehitliklerini görebilirsiniz.
Küçükkemikli Sahilinin, Anafartalar Ovasının ve Tuz Gölünün panoramik manzaralarını Conkbayırı'ndan izleyebilirsiniz. Conkbayırı Tepesinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün çok büyük bir heykeli vardır. Atatürk, heykelin bulunduğu yerde göğüs cebinde taşıdığı bir cep saati sayesinde ölümden dönmüştür. Bigalı'da bugün müze olan Atatürk'ün karargah olarak kullandığı evi ziyaret edilebilir. Kıyıda Arıburnu ve Anafartalar Anıtları yer alır
18 Mart 1915'de İttifak Devletleri'nin Çanakkale sularına girişi engellenmiş ve gemilerinden bir çoğu, Nusret Gemisinin sulara döşediği mayınlardan dolayı batmıştır. İttifak Devletleri bu gerçeği gördüklerinde karadan harekatta bulunmayı denediler. Morto Koyu'nda Fransız ve İngilizler, Anzak Koyu'nda Avustralya, Yeni Zelanda ile Hint Birlikleri, Kemikli Burnu'ndan Kanada Birlikleri harekatta bulunmuşlardır. Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Ordusu tüm cephelerde savaşı kazanmış ve 9 Ocak 1916 tarihinde İttifak Devletleri Gelibolu Yarımadası'ndan tamamen çıkartılmıştır.
Ziyaretçiler, buranın özel ruhunu, Türk Ulusunun kalbini ve bu toprak parçasından gelen uyarıyı hissederler. Ağaç tepelerindeki rüzgar ve sonsuz denizin dalgaları bu savaşın kahramanlarına adeta şarkılar söylemektedir.
Parkta yapacağınız herhangi bir tura Eceabat'tan başlamalısınız.Güneye giderseniz sırasıyla Kilitbahir, Alçıtepe, Morto Koyu'na ve buranın batısındaki bir tepenin üzerinde 42 m yüksekliğindeki Çanakkale Şehitler Abidesine ve burada şehit düşen Türk Askerleri onuruna yapılmış bir müzeye varabilirsiniz.
Çanakkale Şehitleri Abidesi, Boğaza girilince hemen görülebilir. Türk Şehitlikleri, Fransız ve İngiliz şehitlikleri ve Seddülbahir Kalesi ile birlikte burada yer almaktadır. Kuzeye, Alçıtepe'ye geri döndüğünüzde Kabatepe'ye doğru yarımadanın kuzeybatı turunu yapmış olursunuz. Kabatepe'nin merkezinde Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar muharebeleriyle ilgili bilgi alabilirsiniz. Kanlısırt, Conkbayırı ve Kemalyeri tepelerine doğru devam ederseniz Türk, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin şehitliklerini görebilirsiniz.
Küçükkemikli Sahilinin, Anafartalar Ovasının ve Tuz Gölünün panoramik manzaralarını Conkbayırı'ndan izleyebilirsiniz. Conkbayırı Tepesinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün çok büyük bir heykeli vardır. Atatürk, heykelin bulunduğu yerde göğüs cebinde taşıdığı bir cep saati sayesinde ölümden dönmüştür. Bigalı'da bugün müze olan Atatürk'ün karargah olarak kullandığı evi ziyaret edilebilir. Kıyıda Arıburnu ve Anafartalar Anıtları yer alır
Didyma Apollon Tapınağı
Sten Llyod’un sütunlardan oluşan bir orman dediği Didim Apollon Tapınağı, H.Drerup, R.Naumann ve K.Tuchelt’in yaptıkları çalışmalara göre arkaik yapılaşması MÖ 8.ve7. yüzyıllara kadar gitmektedir. MÖ 6.yüzyılda Zeus’un oğlu ve Ay Tanrıçası Artemis’in ikiz kardeşi Apollon adına, Branhid kahinleri için yapılmıştır. Pausanias , Apollon kutsal mekanının ilk İon yerleşmesinden daha eski olduğunu yazar. Strabon’a göre; “Dünyanın en büyük tapınağı olduğundan çatısı örtülememiştir.” MÖ 494’te Persler tarafından tahrip edilen, Büyük Aleksander, Seleukhoslar, Bergamalılar ve Romalılar zamanında yeniden kurulan ve eklemeler yapılan,antik dünyanın en ünlü kehanet merkeziydi. Panormos limanından denize açılacak tüccar ve askerler burada fal baktırır, tanrılara kurban sunarlardı. Bir söylenceye göre, Büyük Aleksander,Didim’e geldiğinde uzun yıllar önce kurumuş olan bir çeşmeden hırıltıyla fışkıran sular, Büyük Aleksander’in baş tanrı Zeus’un oğlu olduğunu duyurmuştur. Heredot, MÖ 6. yüzyıldan Mısır Kralı II. Necho ile Lidya Kralı Kroisos’un Didim Tapınağı’na adaklar sunduklarını yazar . Strbon’a göre, tapınak en pahalı adak eşyalarıyla süslenmekteydi. Buradaki tapkı heykelini ünlü sanatçı Karnachos, Medus ve boğa başı kabartmalı baştabanlarla öteki heykelleri Aphrodisiaslı yetenekli ustalar yapmışlardır.Kutsal avluya inilen kapıların arasında yer alan 70 ton ağırlığındaki tek parça mermer blok,dünyanın en büyük mimari elemanı olarak tanınmaktadır. Dört yanından basamaklarla çıkılan platform üzerine çift sıra oturtulan 124 adet sütunla çevrili bu anıt eser, çeşitli bölümlerden oluşmaktadır.
Didyma, Milet’e mermer döşeli iki yanında yatan aslan ve oturan adam heykelleri bulunan kutsal bir yolla bağlıydı. 4 km uzaklıktaki denize bağlantısı, büyük gemilerin bile yaşanabildiği Panormos adlı limanıyla sağlanıyordu. Çevresinde koruyucu ve konuk barınakları henüz ortaya çıkarılmış değildir.
AYASOFYA
Dünyanın 8. harikası olduğu söylenen, 532’de inşa edilen Bizans İmparatorluğu’nun İstanbul’daki şaheseri, günümüze gelen ender eserlerden. Dış görünüşünün aksine içi, saray gibi görkemli ve göz alıcı. Bizans döneminde çok büyük onarımlar gören, iki kez yeniden yapılan Ayasofya’yı, 16. yüzyılda Mimar Sinan ile 19. yüzyılda Fossati Kardeşler restore etti. 916 yıl başkilise, 477 yıl cami olan Ayasofya, Atatürk’ün emriyle müze yapıldı. 1930-1935 arasında ortaya çıkarılıp temizlenen mozaikler de Bizans ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisiyle en çok ziyaret edilen müzelerimizin başında geliyor.Hasankeyf: Bilim ve kültür merkezi
Bir zamanlar bölgenin bilim ve kültür merkezi olan Batman-Hasankeyf, sahip olduğu zengin tarihsel yapılar nedeniyle 1981 yılında sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştı. 2006 yazında temeli atılan Ilısu Barajı sularının altında kalma tehlikesi altında. Sadece tarihi kale ve 7 bin mağara sular altında kalmayacak. Yerleşim bölgesi ve Hasankeyf’in simgesi haline gelen Dicle Nehri üzerindeki 12. yüzyıldan kalma Ortaçağ’ın en büyük taş köprüsünün, Raman Dağı eteğine taşınması planlanıyor. Bugün bile bazıları mesken olarak kullanılan çok sayıdaki mağara, insanların çok eski çağlarda yerleştiklerini gösteriyor
6 Mayıs 2011 Cuma
3 Mayıs 2011 Salı
Ihlara Vadisi
Aksaray Ili, Ihlara Kasabasi’nda ve Hasan Dagi’nin kuzeydogusundadir. Eski adi “Peristremma” olan 14 km. uzunlugundaki Ihlara Vadisi’ni bastan basa kat edip, 100-200 m. derinlikte bir kanyon olusturmus olan Melendiz Çayi önce kuzeybatiya Selimiye Kasabasi’na, daha sonra ise Yaprakhisar ve Belisirma köylerinin, Ziga kaplicasinin bulundugu genis vadiye ve Tuz Gölü’ne yönelmektedir.
Ihlara Vadisi bir yerlesim yeri olmaktan çok bir dini merkez olarak ön plana çikmistir.
Dönemin din anlayisini tasvirleriyle ve mimarisiyle canlandiran, freskli veya fresksiz tek ve çift nefli kapali veya açik Yunan haç planli ve de sapel biçimli kayaya oyulmus çok sayida kilise, vadinin dik yamaçlarinda sagli sollu yer alarak ortadan akan Melendiz Çayi’nin sulariyla bütünlesmektedir.
Vadi, dogal yapisi itibariyla IX. yy. dan itibaren kesisler ve rahipler tarafindan çok uygun bir inziva ve ibadet yeri olarak, savas döneminde ise gizlenme, korunma yeri olarak kullanilmistir.
Bugün görülebilir durumda 14 kilise mevcuttur. Bunlardan 10 kadari canliligini ve renk uyumunu korumaktadir ve halen gezilebilmektedir.
Vadide yer alan kiliselerde “Hz. Isa’nin Dogumu”, “Müjde”, “Ziyaret”, “Misir’a Kaçis”, “Son Yemek” gibi konularin islendigi freskler bulunmaktadir.
Ihlara Vadisi bir yerlesim yeri olmaktan çok bir dini merkez olarak ön plana çikmistir.
Dönemin din anlayisini tasvirleriyle ve mimarisiyle canlandiran, freskli veya fresksiz tek ve çift nefli kapali veya açik Yunan haç planli ve de sapel biçimli kayaya oyulmus çok sayida kilise, vadinin dik yamaçlarinda sagli sollu yer alarak ortadan akan Melendiz Çayi’nin sulariyla bütünlesmektedir.
Vadi, dogal yapisi itibariyla IX. yy. dan itibaren kesisler ve rahipler tarafindan çok uygun bir inziva ve ibadet yeri olarak, savas döneminde ise gizlenme, korunma yeri olarak kullanilmistir.
Bugün görülebilir durumda 14 kilise mevcuttur. Bunlardan 10 kadari canliligini ve renk uyumunu korumaktadir ve halen gezilebilmektedir.
Vadide yer alan kiliselerde “Hz. Isa’nin Dogumu”, “Müjde”, “Ziyaret”, “Misir’a Kaçis”, “Son Yemek” gibi konularin islendigi freskler bulunmaktadir.
Akdağ’ın tarihi yapısı
Akdağ, Romalılar döneminde yerleşim birimi olarak kullanılmıştır. Karakaya’da temel kalıntıları, lahit şeklindeki mezarlar ve buralardan çıkarılan paralar, Saraç’ta sur kalıntısı, Küfü’de kuyu, seren, zincir ve kova resmi olan taş anıt Roma döneminden izler taşımaktadır. Ayrıca bu gizemli bölgedeki yel ve su değirmenleri sizleri hayal alemine taşıyacaktır.
Hasankeyf
Hasankeyf, insanlığın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mezapotamya bölgesinde yer almaktadır. Hem içinden Dicle nehrinin akıp gitmesi, korunmaya müsait coğrafi yapısı, mesken olarak kullanılan binlerce mağarası hep dikkatleri çekmiş ve çağlar boyunca stratejik önemini korumuştur. Yekpare taştan meydana gelen kalesi nedeniyle “Hısn Keyfa” adını almıştır. Ancak başka isimler de kullanıldığı bilinmektedir.
Hasankeyf, üzerinde yapılması planlanan Ilısu Barajı ile sular altında kalma ve tüm kültürel hazinesini yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
İzmir – İnciraltı Deniz Müzesi
İnciraltı Deniz Müzesi İzmir’de İnciraltı İskelesi’nde demir atmış iki gemi müzede denizciliğin sosyal tarihi ve ekonomik gelişimine ilişkin objeleri sergileyen bir mekandır. 1 Temmuz 2007′de hizmete açılmıştır.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Güney Deniz Saha Komutanlığı işbirliğinde oluşturulan müzede müze-gemi olarak hizmet veren gemiler Ege Fırkateyni ve Piri Reis Denizaltısı’dır. Bu gemilerde donanma gemilerindeki yaşam koşulları sergilenmekte ve ziyaretçilere savaş harekat merkezinden seyir odasına pek çok farklı noktayı görme imkânı sunulmaktadır. İzmir körfezinin tarihi simgelerinden olan İzmir kayıkları gemilerin karşısındaki platformda sergilenir.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Güney Deniz Saha Komutanlığı işbirliğinde oluşturulan müzede müze-gemi olarak hizmet veren gemiler Ege Fırkateyni ve Piri Reis Denizaltısı’dır. Bu gemilerde donanma gemilerindeki yaşam koşulları sergilenmekte ve ziyaretçilere savaş harekat merkezinden seyir odasına pek çok farklı noktayı görme imkânı sunulmaktadır. İzmir körfezinin tarihi simgelerinden olan İzmir kayıkları gemilerin karşısındaki platformda sergilenir.
Balıklı göl
Urfa’da anlatılan efsanelerin içinde en özel yere sahip olan kuşkusuz ki Hz. İbrahim’in ateşe atılma öyküsü. Tektanrıcı üç din olan İslamiyet Musevilik ve Hıristiyanlık tarafından tanınan ve bu dinlerin kutsal kitaplarında adı geçen Hz. İbrahim’in Urfa’da doğduğu rivayet edilir. Öykü bu doğumun olduğu bölgenin Kralı Nemrut ile Hz. İbrahim arasında geçer.
Söylenceye göre Kral Nemrut yıldızlarda bir adamın ona ve putperestliğine savaş açacağını haber veren bir işaret görür. Bu adam Hz. İbrahim’dir. Ancak sadece Nemrut’un putperestliğine başkaldırmamış aynı zamanda kızı Zeliha’ya da gönlünü kaptırmıştır. Kral Nemrut bu durum karşısında Hz. İbrahim’in yakılması emrini verir. Bugün Balıklı Göl’ün bulunduğu yere kentin her yerinden görülebilecek büyüklükte bir ateş yakılır. Ateşin karşısına denk düşen tepeye yaptırılan iki büyük sütun arasındaki mancınıkla İbrahim ateşe fırlatılır. Ancak ateş göle odunlar ise balıklara dönüşür. O gün bugündür buradaki göl kutsal sayılır. Tıpkı göl gibi içindeki balıklar da kutsaldır; her kim bu balıklardan yerse onun kör olacağına inanılır.
O günden sonra gölün adı Halil-ür Rahman olur. “Allahın Dostu” anlamına gelen bu isim Hz. İbrahim’in kutsallığını yansıtır. Bugün göl hem Halil-ür Rahman hem de Balıklı Göl olarak anılıyor.
İbrahim için ağlayan Nemrut’un kızı Zeliha’nın gözyaşlarından ise Balıklı Göl’ün hemen yanında küçük bir göl daha oluşur bu gölün adı ise “Zeliha’nın gözü” anlamına gelen “Ayn-Zeliha”dır.
Bugün her iki gölün karşısındaki tepenin üzerinde mancınık olarak kullanıldığına inanılan iki sütun hâlâ ayakta. İnanışa göre bu sütunların birinin altında “bitmeyen su” diğerinin altında ise “bitmeyen altın” bulunuyor; biri yıkılırsa Urfa altına diğeri yıkılırsa Urfa için altın kadar değerli olan suya gömülecek kent. Balıklı Göl’ün hemen yanı başında yer alan ve Eyyubiler Devleti’nin kurucusu Salahaddin Eyyubi’nin yeğeni Melik Eşref tarafından 1211 yılında yaptırılan Halil-ür Rahman Cami ise gölün doğal güzelliğine mimari estetik katıyor.
Söylenceye göre Kral Nemrut yıldızlarda bir adamın ona ve putperestliğine savaş açacağını haber veren bir işaret görür. Bu adam Hz. İbrahim’dir. Ancak sadece Nemrut’un putperestliğine başkaldırmamış aynı zamanda kızı Zeliha’ya da gönlünü kaptırmıştır. Kral Nemrut bu durum karşısında Hz. İbrahim’in yakılması emrini verir. Bugün Balıklı Göl’ün bulunduğu yere kentin her yerinden görülebilecek büyüklükte bir ateş yakılır. Ateşin karşısına denk düşen tepeye yaptırılan iki büyük sütun arasındaki mancınıkla İbrahim ateşe fırlatılır. Ancak ateş göle odunlar ise balıklara dönüşür. O gün bugündür buradaki göl kutsal sayılır. Tıpkı göl gibi içindeki balıklar da kutsaldır; her kim bu balıklardan yerse onun kör olacağına inanılır.
O günden sonra gölün adı Halil-ür Rahman olur. “Allahın Dostu” anlamına gelen bu isim Hz. İbrahim’in kutsallığını yansıtır. Bugün göl hem Halil-ür Rahman hem de Balıklı Göl olarak anılıyor.
İbrahim için ağlayan Nemrut’un kızı Zeliha’nın gözyaşlarından ise Balıklı Göl’ün hemen yanında küçük bir göl daha oluşur bu gölün adı ise “Zeliha’nın gözü” anlamına gelen “Ayn-Zeliha”dır.
Bugün her iki gölün karşısındaki tepenin üzerinde mancınık olarak kullanıldığına inanılan iki sütun hâlâ ayakta. İnanışa göre bu sütunların birinin altında “bitmeyen su” diğerinin altında ise “bitmeyen altın” bulunuyor; biri yıkılırsa Urfa altına diğeri yıkılırsa Urfa için altın kadar değerli olan suya gömülecek kent. Balıklı Göl’ün hemen yanı başında yer alan ve Eyyubiler Devleti’nin kurucusu Salahaddin Eyyubi’nin yeğeni Melik Eşref tarafından 1211 yılında yaptırılan Halil-ür Rahman Cami ise gölün doğal güzelliğine mimari estetik katıyor.
Ölü Deniz (Fethiye)
Türkuaz mavisi denizi birçok ada ve koyları ile Ölüdeniz gelenleri kendine âşık ediyor. Ölüdeniz, Muğla ilinin Fethiye ilçesine bağlı bir beldedir. Ölüdeniz kumsalı yüzde seksen iki oyla 2006 yılında dünyanın en güzel kumsalı seçilmiştir.
Günpinar Vadisi
Drende Ilçesi Günpinar Köyünde Bulunan Günpinar Vadisi; Günpinar Selalesinin Kaynagi ile Selale arasinda yer alir. 2 km uzunlugundaki vadide birçok mini selale mini gölet ve magaralar ile 100 mt uzunlugunda bir kanyon yer alir. Günpinar vadisi bir güzellikler beldesidir. Günümüzün gözde aktivitelerinden olan Treking (doga yürüyüsü) için ve Foto safari için son derece uygun orta zorlukta bir parkurdur.(Darendede Doga yürüyüsü için Baska Güzergahlarda vardir.)
Günpinar vadisini gezmek için araçla kaynagin yakinina Suyun Gözüne gidilip dönüs vadi içinden yürüyerek yapilabilecegi gibi Selale civarindaki kayalilardan tirmanilarakta vadiye gidilebilir. Gezi süresi yaklasik 4 saattir.
Annaşa Kalesi
Adana ilinin Pozantı ilçesinde bulunan Annaşa Kalesi Torosların en büyük geçiti olan Gülek Boğazı’nın girişindedir. 1671’de kaleyi gören Evliya Çelebi bu kaleden “mamur bir kale” diye söz etmiştir. Araplar ise “Hüsnûs-Sekalibe” demişlerdir. Bu isim, kaleyi yaptıranların büyük ihtimalle Azarbeycan’dan Çukurova’ya gelen İskitler olduğunu düşündürmektedir.Annaşa kalesi birkaç kez onarım geçirmiştir.
Keban Barajı ve Baraj Gölü
Keban Barajı Elazığ ilinin Keban ilçesinde, Fırat Nehri üzerinde, 1965-1975 yılları arasında inşa edilmiş olan elektrik enerjisi üretimi amaçlı barajdır Beton ağırlık ve kaya dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 15.585.000 m3, akarsu yatağından yüksekliği 163,00 m normal su kotunda göl hacmi 31.000,00 hm3 normal su kotunda göl alanı 675,00 km2′dir.
Çatalhöyük
Konya’ya 60 km uzaklıktadır. Arkeolojik kazılar devam etmektedir. En erken yerleşim katı M.Ö.5500 yıllarına tarihlenmektedir. İnsanlık tarihinde ilk yerleşme, ilk ev mimarisi, ilk kutsal yapı Çatalhöyük’te olmuştur. Yapılarda kullanilan malzeme kerpiç, ağaç ve kamıştır. Bulunan bazı eserler Konya Arkeoloji Müzesine teslim edilerek bir kısmı teşhir edilmektedir.
Meryemana Kilisesi ve Patrikhanesi
1860 yilinda yaptirilan kilise, akustik bir ses düzenine sahiptir. Kilisede, patrigin oturma yeri ve vaaz yeri ahsap el isçiligi ile süslenmis olup, zarif bir görünüm sergilemektedir.
Patrikhane, 1895 yilinda insa ettirilmistir. 1988 yilinda Kültür Bakanligi’na devredilen Patrikhane, restore edilerek 1995 yilindan itibaren müze olarak kullanilmaya baslanmistir.
Patrikhane, 1895 yilinda insa ettirilmistir. 1988 yilinda Kültür Bakanligi’na devredilen Patrikhane, restore edilerek 1995 yilindan itibaren müze olarak kullanilmaya baslanmistir.
Ağrı Diyadin Kalesi
Diyadin Kalesi: Diyadin ilçe merkezinde Murat Nehri kıyısındaki kayalıklarda kurulmuş olan kale, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sine göre Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Ziyaüddin tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte ise, kullanılan malzemeler ve yapılış tarzı, Urartular tarafından inşa edildiğini göstermektedir. Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlılar döneminde onarım görmüştür.
Hatay Dana Ahmetli Köprüsü
Kırıkhan Ovası’nda, Karasu Nehri üzerindedir. 6 gözlü bir taş köprüdür. 16. Yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır.
Van Gölü ve Akdamar Adasi
Van iline adini veren Van Gölü Türkiye’nin ve dünyanin en büyük soda gölüdür. Dört tarafi yüksek daglarla çevrilidir. Içinde Akdamar, Adir, Çarpanak, ve Kus adalari olmak üzere 4 ada bulunmaktadir. Tarih boyu Yüksek Deniz, Nairi Denizi ve Yukari Deniz dendigi gibi Deryaçe (Küçük Deniz) adini da alir. Gölün suyu çok tuzlu ve sodalidir.
Palandöken kayak merkezi
3185 m. zirveye sahip Palandöken dağları, Erzurum’un güneyinde yer alır ve doğu-batı yönünde uzanır. Erzurum Türkiye’nin en yüksek ve soğuk illerinden biridir.
Yılın 150 günü karla örtülüdür. Aralık-mayıs arasındaki dönem kayak etkinlikleri için en uygun zamandır. Normal kış koşullarında 2-3 metre kar yağışı almaktadır. Mevsim boyunca “toz kar” üzerinde kayak yapılmaktadır.
Yılın 150 günü karla örtülüdür. Aralık-mayıs arasındaki dönem kayak etkinlikleri için en uygun zamandır. Normal kış koşullarında 2-3 metre kar yağışı almaktadır. Mevsim boyunca “toz kar” üzerinde kayak yapılmaktadır.
Kaya Mezarlari ve Magaralar
Haydaran Kaya Mezarlari
Adiyaman’in 17 km. kuzeyinde Tasgedik Köyü sinirlari içinde yer alir. Kaya mezarlar ve Günes Tanrisi Hellias ile Kral Antiochos’un tokalasma kabartmalari vardir.
Turus Kaya Mezarlari
Adiyaman il merkezine 40 km. uzaklikta ve Adiyaman-Sanliurfa karayolunun 1 km. batisinda yer alan Turus Kaya Mezarlari Roma Dönemine aittir.
Adiyaman’in 17 km. kuzeyinde Tasgedik Köyü sinirlari içinde yer alir. Kaya mezarlar ve Günes Tanrisi Hellias ile Kral Antiochos’un tokalasma kabartmalari vardir.
Turus Kaya Mezarlari
Adiyaman il merkezine 40 km. uzaklikta ve Adiyaman-Sanliurfa karayolunun 1 km. batisinda yer alan Turus Kaya Mezarlari Roma Dönemine aittir.
Manisa Niobe
Spil Dağı’nın kuzeybatı eteklerinde, Çaybaşı deresinin doğu kenarında, Niobe diye anılan, kadın başı şeklinde, kurşuni bir kaya vardır. Aslında Tantalos’un kızı olan ve Thebai kralı Amphion ile evlenen Niobe’nin yedi kız, yedi erkek 14 çocuğu olur. Tanrıça Leto’nun ise Apollon ve Artemis olmak üzere sadece iki çocuğu vardır. Niobe’nin her fırsatta çocuklarının çokluğu ile övünerek sonra çocukları öldürülmüştür.Her cuma kayadan su akar..
Manisa Sardes
Manisa’nın Sardes antik kenti, İzmir’e 72 km. uzakta olup, İzmir-Ankara karayolunun ortasından geçer.
M.Ö.VII.yüzyıldan itibaren ismini Zeus’un oğlundan alan Attalos Çayı Sardes’e altın kırıntıları taşımış, bu M.S.I.yüzyıla kadar sürmüştür. Lydialılar bu altını değerlendirmişler, çeşitli eşyaların yanı sıra ilk altın parayı bastırmışlardır.Böylece de Kral Alyattes M.Ö.600’de ilk altın sikkeyi bastırmıştır. Onun ardından da Kral Kezius (M.Ö.560-547) saf [...]
M.Ö.VII.yüzyıldan itibaren ismini Zeus’un oğlundan alan Attalos Çayı Sardes’e altın kırıntıları taşımış, bu M.S.I.yüzyıla kadar sürmüştür. Lydialılar bu altını değerlendirmişler, çeşitli eşyaların yanı sıra ilk altın parayı bastırmışlardır.Böylece de Kral Alyattes M.Ö.600’de ilk altın sikkeyi bastırmıştır. Onun ardından da Kral Kezius (M.Ö.560-547) saf [...]
Malazgirt Kalesi
Malazgirt’tedir. Hasmetli bir görünüme sahiptir. Kalenin ilçeyi çepe çepe çevreleyen bir birine parelel iki suru onarilmistir. Islam kaynaklarinda bu kale gerek Islamiyet’in ilk döneminde gerekse Bizanslar zamaninda bir çok savasa sahne olmustur. Eski Malazgirt’i çepeçevre kusatan kalenin ana burcu ile burçlari bu tarihi özellikleri ile ilgi çekmektedir. Tabii afetlerde surlari
İNSUYU MAĞARASI
Burdur İnsuyu Mağarası, Burdur-Antalya Karayolu üzerinde, Burdur’a 15 km. uzaklıkta bulunan ve ülkemizde turizme ilk açılan mağaradır. 597 m. Uzunluğundadır. Su yüzeyine paraleldir. İçinde akarsular ve göller bulunmaktadır.
Mağara ilk kez mağarabilimci Jeolog Dr. Temuçin AYGEN tarafından bulunmuş ve dönemin Valisi Vefik KİTAPÇIGİL’in çabalarıyla 1966 yılında turizme açılmıştır.
597 metrelik bölümü gezilebilen mağaranın içinde birbirleriyle bağlantılı irili ufaklı dokuz göl vardır. Bunlardan "Büyük Göl" adıyla anılanı 512 m2’lik alanıyla Türkiye’nin en büyük yer altı gölüdür.
Oluşumu 10 milyon yıl öncesine dayanan mağara, yukarıdan damlayan kireçli suların katılaşmasıyla oluşan kolonlar ve tavandan aşağıya sarkan kalker birikintileriyle bir saray görünümündedir. Dilek Gölü’nde bulunan dikit, 6 metrelik boyuyla Türkiye’nin en büyük dikiti ve bir doğa harikasıdır
FALEZLER
Antalya'nın iki büyük plajı olan Lara ve Konyaaltı arasında kalan bölgedir. Bu ilginç jeolojik yapı aynı zamanda doğal arıtma sistemi işlevi ile körfezin temizliğine önemli bir katkı sağlamaktadır.Antalya'nın iki büyük plajı olan Lara ve Konyaaltı arasında kalan bölgedir. Bu ilginç jeolojik yapı aynı zamanda doğal arıtma sistemi işlevi ile körfezin temizliğine önemli bir katkı sağlamaktadır.
Bakırdağları
yöreyi tümüyle kaplayan ve kendi aralarında 4 bölüme ayrılan "BEYDAĞLARI" ile ünlüdür. En yüksek noktasının 3070 metre ile"Kızlarsivrisi" nin olduğu Beydağları "Tahtalıdağlar", "Bakırdağları", "Merkezi Beydağları" ve "Güneybatı Bölümü Beydağları" gibi alt katagorilere ayrılmaktadırlar
KAPADOKYA
Bölge 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.apadokya bölgesi, doğa ve tarihin bütünleştiği bir yerdir. Coğrafi olaylar Peribacaları'nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. İnsan yerleşimlerinin Paleolitik döneme kadar uzandığı Kapadokya'nın yazılı tarihi Hititlerle başlar. Tarih boyunca ticaret kolonilerini barındıran ve ülkeler arasında ticari ve sosyal bir köprü kuran Kapadokya, İpek Yolu'nun da önemli kavşaklarından biridir.
KARAİN MAĞARASI
Yapılan kazılardan, bölgenin günümüzden 50 000 yıl kadar öncede yerleşim merkezi olarak kullanıldığı sonucuna varılmıştır. Türkiye'nin içinde insan yaşamış en büyük mağarasıdır.
DAMLATAŞ MAĞARASI
Alanya'dadır. Sarkıt ve dikitler ihtiva eder. Mağara içindeki havanın nemlilik oranı % 90 civarındadır. Tedavi amacıyla da kullanılmaktadır.
ALTINBEŞİK DÜDENİ
Dünyanın en ilginç mağaralarından birisidir. Toros Dağlarının altındaki bu ilginç yeraltı Dünya'sını görmek için özel hazırlık ve gereçler gereklidir. Yer altında çok sayıda mağara ve göl vardır. Bu göllerin su seviyeleri farklı olup aralarında çağlayanlar oluştururlar.
Mağaralarda dev boyutlarda sarkıt ve dikitler mevcuttur. Bu mağara ve göllerin milyonlarca yıllık bir sürecin sonucu oluştuğu bilinmektedir. Konu ile ilgilenenler ve cesur tırmanıcılar için eşi bulunmaz bir doğa harikasıdır.
Mağaralarda dev boyutlarda sarkıt ve dikitler mevcuttur. Bu mağara ve göllerin milyonlarca yıllık bir sürecin sonucu oluştuğu bilinmektedir. Konu ile ilgilenenler ve cesur tırmanıcılar için eşi bulunmaz bir doğa harikasıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)